“Sessizlik Tanrı’nın diliyse, susan biz miyiz, yoksa dünya mı?”
Thragar’ın kuzey geçitlerinde rüzgâr, taşlara değil, sanki insanın kemiğine çarpıyordu. Dağların arasındaki dar boğaz, bin yıldır kimsenin adını anmadığı bir duayı bekliyordu. Orada, kırık taşların arasında diz çökmüş bir adam vardı: Redna Vaeldryn.
Paslı bir mühür taşı önünde duruyor, parmak uçlarıyla üzerindeki eski oyukları yokluyordu. İşaretler zamanla silinmişti ama taş, hâlâ hafifçe nefes alıyor gibiydi. Redna bıçağını kınından çıkardı, kendi avuç içini kesti. Kan, taşın yarıklarına doldu; ve o anda rüzgâr sustu.
Kan damlalarının sesi o kadar netti ki, sanki bütün dünya onu dinliyordu. Damla taşla buluştuğunda, taşın içinden belli belirsiz bir titreşim yükseldi. Uzaklardan gelen, unutulmuş bir kalp atışı gibi.
Bir ses duyuldu arkasından. “Sana bunun yasak olduğunu söylemiştim.”
Redna dönmeden cevap verdi. “Bana değil, taşlara söyle. Onlar çağırdı.”
Gelen kişi Rhidan Drakar’dı. Zırhının her halkası, buzulun üstünde kırılan cam gibi parlıyordu. Karanlığın içinden çıkarken yüzü ciddiyetle gerilmişti.
“Çağrı falan yok,” dedi Rhidan. “Bu taşlar Tanrıların mezarı. Onlarla oynamak, ölüleri rahatsız etmektir.”
Redna’nın bakışları taşın üzerindeydi. “Tanrılar öldüyse, onları rahatsız etmek kimin haddine?”
Rhidan birkaç adım yaklaştı. “Senin değil.”
Redna, bıçağını yavaşça taşın üstüne bıraktı. “Taş yalan söylemez, Rhidan. O sadece dinler. Bizim yapmadığımız şeyi.”
Taş, o anda bir kez daha titreşti. Redna elini çekmeden önce hafif bir ışık, oyuklardan dışarı sızdı. Rhidan refleksle geriye adım attı. “Ne yaptın sen?”
“Hiçbir şey,” dedi Redna. “Sadece hatırlattım.”
Taşın içinden derinden bir ses geldi. Bir kalp gibi, iki kez vurdu, sonra sustu. İki vuruş, sessizlik. İki vuruş daha. Sanki biri iki kalbin aynı ritimde atmasını bekliyordu.
Rhidan sessizliğini bozdu. “Bu ses... Kimin kalbi bu?”
Redna taşın yüzeyine kulak verdi, sonra başını kaldırdı. “Henüz bilmiyorum. Ama yalnız değilim.”
Rhidan’ın yüzünde kısa bir endişe belirdi. “Böyle konuştuğunda senden nefret ediyorum.”
Redna hafifçe gülümsedi. “Ben de bazen kendimden nefret ediyorum.”
O gece kamp sessizdi. Ateş sönmüş, askerler uykudaydı. Redna ellerini bandajlarken Rhidan harita üzerinde eğilmişti. Haritanın kenarında taze mürekkep lekeleri vardı; sabırla çizilmiş yolların üzerine düşen rastgele damlalar gibi.
“Geçidin arka cephesi kaybolmuş,” dedi Rhidan. “Bir devriye Dorthenmar sınırında ortadan yok olmuş. Ne iz, ne çığlık.”
“Toprak canlıdır,” dedi Redna, gözlerini ateşin küllerine dikerken. “Bazılarını içine alır, bazılarını kusar.”
Rhidan’ın kaşları çatıldı. “Senin her sözün ya bilmece ya kehanet. Artık karar ver, asker misin yoksa rahip mi?”
Redna sessizce gülümsedi. “İkisi de değil. Sadece dinleyen biriyim.”
O anda çadırın tentesi aralandı. İçeri pelerinli, yüzü tülle örtülü bir kadın girdi. Rhidan hemen elini kılıcına götürdü, ama kadın zarif bir şekilde başını eğdi.
“Rahibe Myrae’nin öğrencilerindenim,” dedi. “Aerylia’dan geliyorum. Symera Windwhisper’ın selamını getirdim.”
Redna aniden doğruldu. “Symera mı? O iyi mi?”
Kadın, gözlerini kaldırmadan yanıt verdi. “İyi. Ama huzurlu değil. Bu gece rüyasında kuzey taşlarının uyandığını gördü. İki kalbin sesiyle.” Kadın bir adım yaklaştı, Redna’nın ellerine baktı. “Sizin kanınız da konuşmuş, efendim.”
Redna’nın boğazı düğümlendi. “O bunu nereden biliyor?”
“Rüzgârın üçüncü soluğunda,” dedi kadın. “Taşla kalp arasında gidip gelen o nefeste.”
Rhidan sözünü kesti. “Selamın bedeli nedir, rahibe?”
Kadın tebessüm etti. “Bir söz. Bu gece taşlara kan dökülmeyecek. Gün ağarmadan önce kampa dönülecek.”
Sonra Redna’ya baktı. “Ve siz... rüyasında yalnız değildiniz.”
“Kim vardı?” diye sordu Redna.
Kadın gözlerini kapadı. “Bir kadın. Adını söylemedi ama sizin adınızı söyledi. ‘Redna,’ dedi. ‘Kanı öptüğü her taş, beni biraz daha duyar.’”
Kadın eğilip dua eder gibi fısıldadı: “Rüzgârın üçüncü soluğunu dinleyin. Çünkü o, kanla konuşmaz.”
Redna sessiz kaldı. Kadın çadırdan çıktığında rüzgâr yeniden girdi, ateşi iki kez titretti. İki vuruş, sessizlik. İki vuruş daha.
Gece boyunca Redna uyuyamadı. Bir ara gözlerini kapattığında, karanlığın içinde bir ışık halkası belirdi. Halkanın içinden bir yüz çıktı: Symera’nın yüzü.
“Bu ben değilim,” dedi. “Benim yankım.”
Redna nefesini tuttu. “Taşlar uyandı,” dedi Symera. “Senin kanınla. Ama o taşların dili bizim dilimiz değil.”
“Ne dili peki?”
“Unutulanların.”
Symera’nın sesi rüzgârın içinden değil, doğrudan Redna’nın göğsünden geliyordu. “Ben bir şey duydum,” dedi Redna. “Taşın içinde iki vuruş, sonra sessizlik. İki kalp gibi.”
“Ben de duydum,” dedi Symera. “Ama biri sen, biri ben değiliz. Üçüncü bir ses daha var artık. Onun yankısı doğmadan önce bizi buldu.”
“Bu bir uyarı mı?”
“Hayır. Bu bir başlangıç.”
Symera’nın yüzü, dalganın içindeki ışıkla yavaş yavaş çözülürken son kez konuştu: “Taşlara kan dökme. Şimdilik dinle.”
“Ne kadar?”
“Rüzgârın üçüncü soluğuna kadar.”
Ve yankı kayboldu. Redna yalnız kaldı, ama yalnızlık ilk defa sessiz değildi.
Sabah olduğunda hava metal gibi parlaktı. Rhidan, Redna’yı taş oyuğun önünde buldu. “Elini bile açma,” dedi. “Söz verdin.”
“Kan yok,” dedi Redna. “Bu kez kalp konuşacak.”
Taşa dokundu. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Bir, iki... ve üçüncü solukta taş, sessizce ışıldadı.
Rüzgârın sesi, dağın eteklerinden geçerken iki insanın nefesiyle birleşti. Taşın içinden bir fısıltı yükseldi, neredeyse bir kelimeye benzeyen bir ses.
“Evet.”
Taş sonra sönüp kendi sessizliğine döndü. Ama Rhidan ile Redna o anda aynı şeyi hissetti: Dünya çok küçük, kalp çok büyük kalmıştı.
Redna başını kaldırdı. “Bitmedi.”
Rhidan sertçe baktı. “Ne?”
“Hiç başlamamıştı.”
Tam o sırada, kuzey duvarlarından bir boru sesi duyuldu. Bir, iki... sonra üçüncü. Alarm ritmi. Rhidan elini kılıcına attı, Redna’nın gözleri sisle dolan geçide çevrildi.
Kuzeyde, su olmayan o vadide bir sis yükseliyordu. Sis su gibi aktı, ama içinde bir gölge yürüyordu. İnsan biçimli, ama gözsüz. Redna sessizce fısıldadı:
“Boğulanlar...”
Rhidan dişlerini sıktı. “Bu kadar kuzeye asla çıkmazlardı.”
Redna bıçağını çekmedi. “Saldırmıyorlar. Dinliyorlar.”
“Ne dedin?”
“Bugün kılıç değil, yankı konuşacak.”
Rüzgâr bir kez daha esti. Bir, iki... üçüncü soluk. Sis geri çekildi, ama taşın üstünde üç kısa, iki uzun çizgi kaldı.
Redna çizgileri parmağıyla izledi. “Yaşıyorum,” dedi.
Rhidan sessizce ona baktı. Redna başını kaldırdı, kuzeyin sessizliğine doğru gülümsedi. “Dünya bizi duydu.”
O gün hiçbir savaş olmadı. Ama taşlar o günden sonra bir daha hiç sessiz kalmadı.